AH U ZAR 
 Mevlatena
  Alemlere rahmet olarak gönderilen Allah’ın habibi baban, seni, zillet ve aşağılıktan, uçurumun kenarından, leş ve kan yemekten kurtarıp,izzet ve azametle tanıştırdığı ümmetine emanet ettiği halde, kısacık ömrüne rağmen gelmiş geçmiş mazlumların en mazlumu olarak uğurlandın bu dünyadan...
  Halbuki sen, Habibullah’ın habibesiydin, bütün Ehl-i Beyt fertleri gibi...
  Seni vücudunun bir parçası olarak tanıtmıştı rahmet peygamberi.
  Senin rızanın gerçekte Allah’ın rızası, gazabının ise Allah’ın gazabı olduğunu tembihlemişti...
Ama seni, Habibullah’ın habibesi’ni; kırık kaburgaları, karnına gelen bir darbe sonucu düşürdüğü çocuğu, göğsündeki çivi yarası, yanağındaki tokat izi ile geri verdiler Resulullah’a
 Ve sen , sabrı Ali’ye, sessiz çığlığı Hasan’a, şehadeti Huseyn’e ve ağlamayı da Zeyneb’e miras bırakarak gittin, geride perişan ve yüreği dağlı bir koca, anasına doyamayan yetimler bırakarak...
 Resulullah’ın vefatında çok ağlamıştın... resulullah’ı çok sevdiği için vefatında aklını atacak hale geldiğini iddia edenler, senin ağlamana, o varlık sebebimizmücessem rahmeti kaybedişinin acısına iştirak edeceklerine rahatsız olmuşlardı ağlamandan...
 Tıpkı ışıktan rahatsız olan yarasalar gibi...
  Ve seni “Beyt-ul Ahzan”a hapsetmişlerdi...
  Bu aslında, yaşadığımız dünyanın kocaman bir “Beyt-ul Ahzan” haline gelmesinden başka neydi ki?
Senin ağlaman ve feryadından rahatsız olanlar, sebep oldukları rahmet çizgisinin kesintiye uğraması sonucu zulümle dolan şu alemdeki mazlumların feryadını nasıl dindirebilirler?...
  Rahmet kapısını ateşe verip yakarken, daha birkaç gün önce bu kapının mimarı olan Allah Resulü’nün vefatıyla gözyaşlarına boğulmamışlar mıydı?
 Neydi onlar? Timsah gözyaşları mı?
 Senin karnına gelen darbenin, göğsüne batan çivinin aslında Allah Resulü’nün vücudunda yaralar açtığını, 
 Kırılan kaburgalarının Allah’ı gazaplandırdığını bilmiyorlar mıydı sanki?
 Resulullah’ın sağlığında verdiği hediyeyi, gelecekleri için tehlike görüp, uydurma hadislerle geri alırken ne yaptıklarını bilmiyorlar mıydı?
  Müthiş bir plandı kurdukları...
  Bir “oldu bitti” ile elde ettiklerini kullanarak herkesi susturdular
  Veliyullah’ın sabretmek zorunda kalacağını biliyorlardı.
  Ama seni hesaba katmamışlardı...
  Senin feryadını ve direnişini
  Camideki hutbeni
  Gazabını
 Gözyaşlarını
 Mazlum ve garibane vefatını
  Gizli defnedilişini
 Ve gizli mezarını
 Hesaba katmamışlardı...
Herkesin, kendisinin ve yakınlarının cenazesine mü’minlerin iştirak etmesi için can atmasına rağmen gizli defnedilişinin sırrı neydi?
  Neden mü’minler yoktu cenazende, çok azı hariç?
  İşin sırrı mü’min sıfatında mıydı?
  Mezarını kimlerden ve neden gizli tuttun?
  Ve neden mezarın hala gizli?
   Bu sorular bile maskelerin düşmesine yetmez mi?
   Mevlatena
  Sen “hafız-ı velayet”sin
  Sen allah’ın nişanesisin
  Sen aşkın sırrısın
  Yaratılmışların varlık sebebisin
  Hiç sönmeyecek parlayan nursun
  Sen Rahmetullah’ın canısın
  Rahmetin tezahürüsün
  Bize de bir inayet et...
  O gün
  O “Rahmet”in vefat ettiği gün
  O Pazartesi günü
  Kuşandığımız yas elbisesinin üzerine senin, Ali’nin, Hasan’ın ve mazlumlar şahı Huseyn’in zikri bile takatleri tüketen şehadetinin yaslarını da kuşandık..
  Ve sonra diğer nurların yaslarını...
  Bayramlar yasa döndü
  Her bayram gerçek bayramı gözlemedeyiz
  Her Cuma kalbimiz umutla çarpıyor
  Her an çıkıp gelir diye baharımız...
  Mevlatena
  Baban vefat etmeden önce de çok ağlıyordun 
Senin ağlamana dayanamayan sevgi peygamberi, Ehl-i Beyt’inden kendisine ilk kavuşanın sen olacağını söyleyince kulağına
  Gülümsemiştin...
 Babanın vefatıyla sevincini kaybedip, ah u zara düşen bizler de, oğlun beklenen    “Muhammed”e kavuşacağımız umuduyla gülümsüyoruz
  Ve o umutla haykırıyoruz:
   “ Ey Yusuf-u Zehra neredesin? “
  İlahi Fatime hakkına
  Ve babasının
  Ve kocasının
  Ve oğullarının
  Ve de O’nda gizlediğin sırlar hakkına
   Bayram”ımızı geri ver...
   Senin her şeye gücün yeter...
   Ali KIRAN
HÜSEYNİ SEVDA!... 
ZEHRÂ NURU